(…..)”
Archive for the ‘alıntı’ Category
Kenarda…
(…..)”
BU MÜLKÜN KADIN SULTANLARI
Çirkin [Beşir Ayvazoğlu]
Bî-haber gövdeme gelmiş konmuş,
Müteheyyiç, mütekallisbir baş;
Ayırır sanki bu baştan etimi
Ömr-i ehrâma muâdil bir yaş!..
Ürkerim kendi hayâlâtımdan,
Sanki kandır şakağımdan akıyor;
Bir kızıl çehrede âteş gözler
Bana güya ki içimden bakıyor.
Bu cehennemde yetişmiş kafaya
Kanlı bir lokmadır ancak mihenim,
Ah ya Rabbî, nasıl birleşti
Bu çetin başla bu suçsuz bedenim?
Dişi, tırnakları geçmiş tenime
Gövdem üstünde duran ifrîtin;
Bir küçük lâhza-i ârâma feda
Bütün âlâyîşn nam ü sıytin!..
Sonra burnu! Yarabbi! O ne muazzam burun
İnsan görunce onu mutlaka der ki: “Durun,”
Takmadır bu, çıkarır, hele sabredin biraz!”
Herkesin canı çıkar, fakat o burun çıkmaz.
Göz açıp kapayıncaya kadar
Hababam Sınıfı Üstünden Eğitim Sistemine İsyan:)
Türk eğitim sistemi daha çok ezberci (ve dolayısıyla bilgi üretmeye uzak olan) yapısı nedeniyle eleştiriliyor olsa da, sorun elbette bununla sınırlı değil. Öğrencilerin ve öğretmenlerin pek çok davranışı, okulda çarpık algılar ve etik kodları üzerine bina edilmiş tuhaf bir kültürün hakim olduğu anlamına geliyor ki, aslında bu durumu okulun da dışına çıkarak toplumun anlayışıyla ilişkilendirmek mümkün.
Öğrencilerin kendi aralarındaki ilişkileri, birbirleriyle alay etmeye dayalı bir samimiyet(!) anlayışıyla şekilleniyor. Hababam Sınıfı’nı izleyiciler nezdinde sevimli kılan da, bu görünüş itibariyle samimi ortamda gerçekleştirdikleri haylazlıklar. Ancak film içerisinde kimi kabul edilemez davranışların bu alaylı samimiyet duygusu içerisinde eritilerek meşru ve sevimli kılınmaya çalışıldığı da bir gerçek. Örneğin böyle bir samimiyet, Şaban‘ın memleketinden gelen yiyecekleri arkadaşlarıyla paylaşmayıp gözleri önünde yemesine engel olmadığı gibi, arkadaşlarının buna tepki olarak dolabını açıp leblebilerini çalmaları da aynı samimiyet duygusu içerisinde değerlendirilebiliyor. Dikkat edilecek olursa, insanları birbirine yaklaştıran değil, ilişkilerini bayağılaştıran bir samimiyet bu.
Öğrencilerin kendi içlerindeki ilişkilerindeki laçkalığı mazur gösteren yalancı samimiyet duygusu, içlerinden birine yapılacak bir fedakarlık adına başkalarına karşı zorbaca tavırlar almalarına da sözde bir meşruiyet kazandırabiliyor. Arkadaşlarının okul taksitini denkleştirebilmek için okuldaki diğer öğrencilerin paralarını (gerektiğinde döverek) gasp etmeleri bu duruma örnek gösterilebilir. Mahmut Hoca‘nın, okulda gerçekleştirilen gaspın nedenini öğrendiğinde bunu makul bir gerekçe olarak kabul etmesi de yine aynı hakim kültürün etkisi.*
Hababam Sınıfı’nda öğrencilerin öğretmenleriyle olan ilişkileri de aynı ölçüde seviyesiz. Ancak bu konuda daha çok öğrencilerin sınıfta sergiledikleri alaycı ve seviyesiz tavırlar eleştiri konusu olurken, öğrencileri döven, dövmekteyken de bir yandan ‘Eşşek herif’, ‘Hayvan herif’ gibi hakaretler savuran öğretmenlerin, söz konusu ilişkinin bayağılaşmasına olan etkileri genellikle göz ardı ediliyor. Bu gibi davranışlarla öğrenciyle anlamsız bir şekilde yüzgöz olan öğretmenlerin, sınıf dışındaki tavırları da pek hoş değil.
Birbirlerine ‘siz’ diye hitap eden öğretmenler, kendileri gibi o okulda çalışan bir insan olan müstahdem hanıma (Adile Naşit) ‘sen’ diye hitap ediyor ve kendisini ‘Yemek biteli yarım saat oldu, nerede kaldı bu kahve?’ gibi sözlerle fırçalamakta mahzur görmüyorlar.
Öğrencilere ‘kopya çektirmem’ diyen Mahmut Hoca karakterinin Liselerarası Bilgi Yarışması’nda öğrencilerine mikrofonla kopya vermesi, olayın sonrasında da bunu ‘Okulun şerefini kurtarmak için yaptım.’ gibi hiç de makul olmayan bir gerekçeyle bunu mazur göstermeye çalışması, filmde sergilenen çelişkili davranışlardan sadece bir diğeri.
Gaspın, hırsızlığın, sahtekarlığın, tutarsızlığın film boyunca samimiyet, arkadaşlık, şeref gibi kavramların arkasına saklanılarak mazur gösteriliyor olması, bu tür yapımları izleyerek büyüyen körpe dimağların algılarının ne gibi çarpıklıklarla şekillendiği konusunda epey fikir verebilir.
Filmin en temel sorunlarından biri de, yaşlı öğretmenlere ciddi ölçüde saygısızlık edilmesi. Yaşı nedeniyle gözü iyi seçmeyen, kulağı iyi duymayan insanlar bazen gerçekten komik durumlara düşebiliyor olsalar da, bununla alay edilmesi pek de hoş bir şey değil.*
İşin aslına bakılacak olursa, Mahmut Hoca, her haliyle, Cumhuriyet dönemi boyunca hakim kılınmaya çalışılan, adanmışlık duygusuna sahip, tamamen iyi niyetli olan ve görevini ciddi bir içtenlik ve fedakarlıkla yerine getiren öğretmen profilinin tipik bir temsilcisi. Ancak adanmışlık, iyi niyet, içtenlik ya da fedakarlık, ne yazık ki vizyonsuzluğun acı sonuçlarını ortadan kaldıramıyor.
(*) Dikkat edilecek olursa, öğrenciler birbirlerine kazık atmaktan adeta zevk alıyorlar, ancak kendi sınıf arkadaşlarından biri söz konusu olduğunda da, birlik olup okuldaki diğer öğrencilerin hukukunu çiğnemekten geri durmuyorlar. Hababam Sınıfı’nı bu tür davranışları nedeniyle eleştiren müdür yardımcısı da, okulun başka bir okula karşı ‘şerefi’ söz konusu olduğunda (konuya sonradan dahil olsa da) tertiplenen hilenin içine karışmaktan geri durmuyor. Klan zihniyetinin bariz bir örneği olan bu empati yoksunu yaklaşım daha da ileriye götürülecek olursa, Türk halkının dış politika konusundaki mütekabiliyet yoksunu yaklaşımlarında dahi aynı kafa yapısının izleri rahatlıkla görülebilir.
Serdar Kaya’ya ve bu yazıyı 8 aralık 2006 da yayınlayan derin sular‘a teşekkürler
Düşünce Özgürlüğü ve Ayrımcılık
“Her Türk, alışverişini Türk’ten yapmalı. Kürt’e aktarılan para PKK’ya gider.
Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Şehri istila eden Kürtler, kendi dillerini hakim kılmaktadırlar.
Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir. Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır.
Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir.
Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenekon ’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır.”
Gökçe Fırat’ın kışkırtıcı rolü üstlendiği, akıllara kışkırtıcı virüsler gönderdiği o kadar açık ki ilk bakışta Ahmet Hakan’a helal olsun diyorsunuz. Ama sonra düşünüyorsunuz..
1970’lerden bu yana radikal dinci gazete ve dergilerde ‘sadece dindarlardan alışveriş yapın, içki satan kafirlerden alışveriş yapmayın, dindar dershaneleri, okulları, üniversiteleri, bankaları türbanlıları çalıştıranları tercih edin, çok çoğalın Müslüman yetiştirin diyen ve demeye getiren çok sayıda ‘kışkırtıcı’ yazı okudum..
Derin sular.com dan alınan makale