Archive for the ‘modern sinema’ Category

Articles

Kader Filmi Eleştirisi

In 2006 yapımı filmler,hiçlik,kader,kader filmi eleştirileri,kader filmi izle,karşılıksız aşk,modern sinema,sinema,sinema eleştirileri,vildan atsever,yazgı,yönetmen,zeki demirkubuz on Nisan 10, 2010 tarafından yusufmirza

Dünyada iğreti konukluk: Yazgı’dan Kader’eYazgı’daki karakterin nihilizmi ve mutlak yabancılığı Kader’de yerini iğreti konukluğa bırakır. Ve Zeki Demirkubuz filmlerinde öyle sebepsizce açılan kapıların arkasında bizi hiçlik yerine aşk karşılar

Zeki Demirkubuz filmografisini kabaca iki gruba ayırabiliriz zannımca. Tabii, bunlar birbirlerinden kalın bir çizgiyle ayrılan apayrı filmler değil. Böyle bir tasnife bizi zorlayan şey yönetmenin merkeze oturttuğu temanın bu iki grupta farklılaşması, ana izleğin değişmesi. Atmosfer açısından ise bir süreklilik var elbet Zeki Demirkubuz filmlerinde. İlk grubu Masumiyet (1997), Üçüncü Sayfa (1999) gibi filmleri oluşturuyor. Toplumun dışında kalanların, tutunamayanların, varoştakilerin hikâyelerini anlattığı filmler bunlar. Diğer grubu ise felsefi bir hesaplaşmayı, özellikle insanın dünya üzerindeki varlığını anlamlandırmaya ve anlamaya çalışan bir düşünsel sorgulamayı içeren Yazgı (2001), Bekleme Odası (2004) gibi filmleri oluşturuyor.

Kader’i (2006) ilk izlediğimde kafamdaki bu kaba ayrıma yaslanarak onu ilk gruba yerleştirivermiştim. Onu yine bir tutunamayanlar hikâyesi olarak okumayı tercih etmiştim. Zaten hikâye açısından Masumiyet’i öncelemesi de Kader‘i böyle bir ön kabulle izlenmeye açık hale getiriyordu. İlk izleyişimden sonra sezgisel olarak hissettiğim şeyleri ikinci izleyişimde ancak zihinselleştirebildim. Kafamdaki şablondan taşan kısımlara çözüm bulmak için şablonu değiştirmek zorunda kaldım. Kader, yaptığım bu kaba ayrımı bertaraf eden bir sentezi barındırıyordu içinde.

Varoluşun peşinde

Kader, yazgı gibi kavramlar Zeki Demirkubuz filmleri içinde hep yanlış okunur. Kader veya yazgı bu filmlerde insanın çekmek zorunda olduğu acı, göğüslemek zorunda kaldığı musibetler şeklinde anlaşılmıştır genelde. Oysa, bu kelimelerin İslâm dinindeki itikadi karşılıklarını bir kenara koyarsak, kader ve yazgının alışıldık kullanımı içinde bize vazettiği tek şey edilgenliktir. Bu edilgenlik sadece musibetlere karşı gösterilen bir baş eğiş değil aynı zamanda sevindirici olaylara karşı da bir tevekkül halidir. Yazgı‘da ana karakter annesinin ölümüne duyarsız kaldığı kadar, evliliğine ve karısına karşı da duyarsızdır. Burada kelime tam olarak felsefi bir arkaplan kazanır. Zaten Yazgı, Albert Camus’nun Yabancı adlı romanının bir uyarlaması. Ve yazgının bu filmdeki anlamı da yukarıda bahsettiğim gibi gelen ne olursa olsun her şeye karşı duyarsızlaşma, romandaki gibi bir yabancılaşmadır. Peki kader ile yazgı arasında bir özdeşlik kurulabilir mi? Bu filmin isminin ‘kader’ olmasının da muhakkak bir anlamı olmalı.


Kader filminde Demirkubuz Yazgı‘dan bir adım öteye gidiyor. Bahsettiğim şey sinema dili ve teknik yetkinlik açısından bir ilerleme değil. Evet, Kader neredeyse su sızdırmayacak derecede sık dokunmuş, yönetmenin varlığının her planda hissedildiği bir başyapıt. Ama benim kastettiğim ilerleme Demirkubuz’un kendi içinde varoluşuna dair bulduğu bir açılım; ontolojik problemlerine ve sorularına bulduğu bir cevap.

Kader (2006)

‘Ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın’

Bekir, Uğur’un hayatına girmesiyle birlikte kendi sıradan seyrinin dışına çıkıyor. Herkesin içinde dönenip durduğu  bir çemberden dışarıya doğru fırlıyor Bekir. Aşkla birlikte varlığına yapışan bir soru işareti taşımaya başlıyor artık. Hatta iç dünyası ve dış dünyası arasında oluşmuş uçurumu kapatmaya çalışıyor bazı sahnelerde. Aşkın yarattığı yabancılaşmayı fiziksel acıyla kavramaya çalışıyor. Mesela Uğur ve Zagor’u birlikte ilk gördüğü günün akşamında hissizce yatakta yatarken kalkıp balkonda avucuna sigara basıyor. Fiziksel acıyla, yabancılaştığı dış dünyaya geri dönmeye çabalıyor. Zaten Bekir’in âşık olduğu ilk andan itibaren iç ve dış ayırımı hatta zıtlığı film boyunca kendini hissettiriyor. İzbe otel odalarında, banklarda ve pavyon köşelerinde yaşadığı rezil hayatı işine, karısına, çocuklarına ve güzel evine tercih edebiliyor. Uğur’la birlikte bir yandan fiziksel bir çöküş içindeyken, bir yandan da ruhen derdine deva bulabiliyor. Onun yaşadığı yabancılaşmayı en açık Uğur’dan ayrıyken görebiliyoruz. Evinde yatakta uzanmış yatarken, babasının ona aldığı taksiyi gün boyu sürmüş, günün sonunda eve dönmeye hazırlanırken ya da çocuğuna ilaç almak için evden dışarı çıkmışken bir anda onu içine alabilmek için uğraşan çemberin dışında buluyor kendini. Varlığın ve eşyanın ve bütün diğer sebepler ve sonuçlar aleminin dışında bütün olanlara yabancılaşmış bir halde kalıveriyor. Aşk kendi çemberini yaratıyor ve kaynağı kendinde olan nehri yine kendine doğru akıtıyor. Dünyaya yabancılaşmanın kaynağı olan aşk aynı zamanda bu varlık sancısının çözümü haline geliyor.


Hiçlik değil, aşk

Aşk sözcüğünün etimolojik kökeni olarak Nil nehri kıyısında yetişen, Arapların ‘ışkı’ dediği bir tür sarmaşık gösteriliyor. Sarmak, sıkmak, bunaltmaktan öte karşılıklı birbirine anlam vererek var olmak şeklinde anlamak istiyorum bu sözcüğü. Dolayısıyla aşk, Kader filminde anlamını buluyor. Artık cinsellikten boşalmış, varolmaya bitişik ve varolmayı anlamlandıran bir şey haline geliyor Bekir’in aşkı. Öyle ki öteki türlüsünün imkânsızlığından bahsediyor Bekir. Uğur’dan ayrı yaşamanın mümkün olmadığından ve onsuz yapamayacağından  bahsediyor. Bu dünyada iğreti bir konuk olarak yaşayan Bekir’in kafasına sıkmamasının tek sebebi bu aşk. Onu yabancılaştığı dünyaya bağlayan tek şey artık bu aşk.


Yazgı’daki karakterin nihilizmi ve mutlak yabancılığı Kader’de yerini iğreti konukluğa bırakıyor. Ve Zeki Demirkubuz filmlerinde öyle sebepsizce açılan kapıların arkasında bizi hiçlik yerine aşk karşılıyor.